Hasan Bögün
Modern dönemin Filistin-İsrail çatışması, yeryüzündeki ihtilaflar içerisinde doğrudan doğruya sömürgeciliğin ve emperyalizmin yarattığı ve zamanla içinden çıkılmaz hale getirdiği sorunların başında gelir. Önce Doğu Akdeniz'e, Kızıl Deniz'e ve bunları bağlayan Süveyş Kanalı'na hakim olmak isteyen İngiliz Sömürge İmparatorluğu, Balfour Deklarasyonu'yla kendisine bağlı bir yapı kurguladı. Sonra, Sovyetler Birliği'ni güneyden kuşatmak ve özellikle Ortadoğu enerji alanlarını denetimi altında tutmak isteyen ABD, İngiliz Sömürge İmparatorluğu'nun yerini aldı.
İsrail devletinin ideolojisini bile ABD'nin ve İngiltere'nin hazırladığını söylemek abartı olmaz. İnsanlık tarihini, Yahudi din adamlarının Sümer, Babil, Asur ve Mısır efsanelerinden apartarak kurguladığı “seçilmiş kavim” ve “vaadedilmiş topraklar” söylenceleriyle başlatma gayretkeşliği, Batı akademiyasının fazlasıyla yoğunlaştığı iştigal alanlarından biri oldu.
Henry Kissinger'in anılarından anlaşılıyor ki, 1973 Ekiminde görünürde Araplar ile İsrail savaştı; ama Arapları asıl mağlup eden, silahları, istihbaratı, savaş taktiklerini ve siyasi desteği veren ABD idi. Yine Seymour Hersh'ün ortaya çıkardığına göre, İsrail'in yasadışı nükleer silah edinmesini Dwight Eisenhower'in başkanlığından itibaren gizlice ABD sağladı. İsrail'in Fransa'nın nükleer sırlarını CIA'nın yardımıyla çalması, Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle'un 60'lı yıllarda ABD ile araya mesafe koymasına etki eden nedenlerden biriydi.
BM'NİN OTORİTESİ ZAYIFLATILDI
Birleşmiş Milletler (BM) Şartı, Güvenlik Konseyi kararlarının üye devletler için bağlayıcı olduğunu hükme bağlamasına karşın, İsrail, 1948'den 2016'ya kadar Güvenlik Konseyi'nin aldığı 62 karara uymadı. BM Genel Kurulu'nun 1947 Kasım'ındaki 181 numaralı iki devletli bölüşüm kararına da…
ABD, süreç içinde, Güvenlik Konseyi'nin veto yetkisine sahip öteki daimi üyeleri İngiltere ve Fransa'yı da yanına alarak İsrail karşıtı tasarıların karar haline gelmesini önledi. BM'nin otoritesine karşı koruma kalkanına kavuşan İsrail, Arap topraklarını parça parça ele geçirmekte daha da pervasızlaştı.
Güvenlik Konseyi'nin İsrail'e karşı aldığı kararlar, vetolardan kaçınma kaygısıyla giderek yumuşatıldı. İsrail, BM'nin 1947'deki iki devletli bölüşümünde Kudüs'e iki devletin dışında ayrı bir statü tanımlanmış olmasına karşın, İsrail 1948'de Batı Kudüs'ü, 1967'deki “6 Gün Savaşı”nda da kentin doğusunu işgal etti. 1967 Kasım'ında alınan, İngiltere daimi temsilcisi tarafından yazılan İsrail'in 1967'de işgal ettiği toprakları terk etmesini isteyen 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararında, 1948'de Batı Kudüs'ü işgal etmiş olması görmezden gelindi.
ABD TEKELİ
1973'teki Arap-İsrail savaşı sırasında, Kissinger ünlü “mekik diplomasisi”yle Mısır'ı İsrail ile barış yapmaya ikna edince Arap cephesi lider ülkesini, Sovyetler Birliği Ortadoğu'daki en önemli ortağını kaybetti. 1967 savaşı sırasında İsrail ile ilişkilerini bütünüyle kesmiş olan Sovyetler'in Filistin sorununa etkisi, 1973'ten sonra Mısır'ın ABD yörüngesine çekilmesinden sonra büsbütün zayıfladı. Böylece ABD'nin sorun üzerindeki tekeli kuruldu. BM Güvenlik Konseyi'nin 1973'teki 338 sayılı kararı 1967'deki 242 sayılı kararın bağlayıcılığını teyid etmesine karşın, ABD'ye sırtını dayayan İsrail yine uymadı.
ABD BM'yi de devre dışı bırakarak sorunun tek çözüm mercii haline geldi ama, Filistin-İsrail çatışmaları tırmanarak sürdü. 1991'deki Madrid Konferansı da; Batı Şeria'yı ve Gazze’yi yönetecek Filistin Ulusal Otoritesi'nin (Filistin Devleti) kurulmasını sağlayan 1993'teki Oslo anlaşması da İsrail'in saldırganlığını ve dolayısıyla çatışmaları sona erdirmedi. ABD, başarısızlığının faturasından kaçınmak için olsa gerek, 2002'de Avrupa Birliği (AB), BM ve Rusya Federasyonu ile birlikte dörtlü bir mekanizma kurulmasını kabul etti. Fakat bu mekanizmayı da çalıştırmadı.
İSRAİL HALKI AYAKTA
Hamas'ın 7 Ekim'de Gazze'den İsrail'e yönelttiği saldırı İsraillilerin aylardan beri gücünden bir şey kaybetmeyen dalgalar halindeki tepkisiyle birlikte düşünüldüğünde, Filistin ve İsrail halklarının ABD'nin kurguladığı statükoyu kabul etmediklerini gösteriyor. Mevcut çatışmaların ve karşılıklı terörün iki halk arasında yaratılmış olan düşmanlığı daha da derinleştirdiği doğrudur. Ama bu, her iki halkın statükonun sürdürülmesini kabullenmediği gerçeğini değiştirmez.
Statükonun iki ayağı var: Yahudi yerleşimleri terörüyle Filistinlileri yerlerinden ederek iki halk arasındaki çatışmayı körüklemek ve Körfez'de İran'a karşı bir cephe oluşturmak… Statüko, şimdiki halde İsrail'deki baskın siyasi figür Binyamin Netanyahu'nun kişiliğinde cisimleşmiş görünüyor. İsrail halkının ezici çoğunluğunun (yüzde 86) Hamas saldırısı sonrasında Netanyahu'nun başbakanlığı bırakması görüşünü bildirmesi, başlangıç bakımından önemli.
ABD'nin 1991'deki Birinci Körfez Savaşı'ndan bu yana Ortadoğu'daki saldırıları, İsrail'de siyaset alanını, Netanyahu'ya ve değiştire değiştire birlikte koalisyon hükümetleri kurduğu çeşitli tonlardaki benzerlerine açtı. ABD'nin güç kaybı ile İsrail siyasetindeki dönüşüm atbaşı ilerliyor. Aylar boyunca kararlığından ve istikrarından bir şey kaybetmeden süren İsrail halkının muhalefeti dönüşümün başladığını, Netanyahuların devrinin kapanmakta olduğunu işaret ediyor. Mevcut çatışma içinde çok zor da olsa İsrail ve Filistin halklarının birbirlerine el uzatması, dönüşüme sıçrama yaptırabilir.
ÇOK KUTUPLULUK HAREKETİNİN SINAVI
Çok kutupluluk hareketinin ele alacağı öncelikli sorunlardan biri, Filistin-İsrail çatışmasına tarafların kabul edeceği hakkâni bir çözüm bulmak olmalı. Bu bağlamda bölgenin önde gelen ülkeleri Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve İran, Rusya Federasyonu'nun, Hindistan'ın, Çin Halk Cumhuriyeti'nin, BM'nin, Arap Birliği'nin, Afrika Birliği'nin ve Latin Amerika örgütlerinin desteğini alarak, bütün tarafların kabul edebileceği bir plan geliştirmeli. Suudi Arabistan'ın İsrail ile ilişki kurma sürecini askıya alması bu açıdan önemli.
Konunun çok çetrefil, karmaşık ve zor olduğu açık. Fakat ortaya işleyebilir bir plan çıkarmak, çok kutupluluk hareketinin rüştünü kanıtlayacağı önemli bir sınav olacak.
Böylesi bir çözüm, hem anayurtlarında gelişme ve uygarlık sürecinde onurlu yerlerini alma yolları kapatılmış olan Filistinlilerin uzun süren acılarına son verecek; hem ne yaparsa yapsın “ABD desteğiyle varlığını sürdüren eğreti devlet” görüntüsünü hiçbir biçimde silemeyen İsrail'e yardımcı olacak. Sorunun böyle sürüp gitmesi elbette Filistin halkına daha fazla acı çektiriyor; ama zannedilmesin ki sürekli diken üstünde oturan, komşusunu katletmeye şartlanan ve askeri nizam içinde yaşamaya mecbur İsrail halkı bu durumdan memnun!
Filistin ve İsrail halkları yanyana barış içinde ve özgürce yaşamayı hak ediyor. Bu Ortadoğu'nun emperyalistlerin jeopolitik manevra alanı olmaktan çıkarılmasıyla olanaklı. Filistinlilerin ve İsraillilerin de ortak hedefi bu olmalı.